“Barış mücadelesinden asla vazgeçmeyeceğiz”

Manisa Emek Demokrasi ve Barış Platformu üyeleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yaptığı açıklamada; adaletin, eşitliğin, kardeşliğin, paylaşımın, yardımlaşmanın, dayanışmanın, insanca bir yaşamın kalıcı hale getirildiği bir dünya ve ülke kuruncaya kadar barış mücadelesinden bir an olsun vazgeçmeyeceklerini ifade etti.
Manisa Emek Demokrasi ve Barış Platformu üyeleri, Manolya Meydanı’nda basın açıklaması yaparak, barış ve demokrasi talebinin ekmek ve su kadar temel ihtiyaç haline geldiğine dikkat çekti.
Manisa Emek Demokrasi ve Barış Platformu adına basın açıklamasını Eğitim Sen Manisa Şubesi kadın Sekreteri Ayşe Dubaz Yüksel okudu. Dubaz, savaş, çatışma ve kutuplaştırma siyasetine karşı emekçilerin, ezilenler, sömürülenler, kadınlar eşitlik, özgürlük, barış ve demokraside ısrar ettiğini ifade etti.
“ADI KONMAMIŞ BİR 3. DÜNYA SAVAŞI YAŞANIYOR”
1 Eylül 1939 gününün Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başlayan, insanlık tarihinin en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının, II. Dünya Savaşı’nın, başladığı gün olan 1 Eylül’ün Dünya Barış Günü olarak kabul edildiğini ifade eden Dubaz şöyle devam etti “ Aradan 83 yıl geçti. Savaş dün Polonya ve tüm Avrupa’daydı, bugün başta Ukrayna olmak üzere dünyanın birçok yerinde irili ufaklı çatışmalarla devam ediyor. Adeta adı konmamış bir 3. Dünya Savaşı yaşanıyor. Emperyalistler arası paylaşım savaşları nedeniyle insanlık ve doğa bir kez daha büyük bir kırımla karşı karşıya…Emperyalist ülkeler, kendi çıkarları uğruna işgallerle, saldırılarla dünyayı kana bulamaya, gerici, dikta güçlere zemin yaratmaya devam ediyorlar. Bir kez daha insanlık değerleri yerle bir ediliyor, doğa geri dönüşü olmayan tahribatlara maruz kalıyor, gözyaşı ve acılar dinmiyor.
“BEDELLERLE ELDE EDİLEN KAZANIMLAR GASP EDİLİYOR”
İşçi sınıfının, ezilenlerin büyük bedellerle elde ettiği eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye dair kazanımlar bir bir gasp ediliyor. Sistemin yarattığı pandemiler dahi fırsata çevrilerek sosyal yaşam koşulları cehenneme çevriliyor. Savaş politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan mültecilik ve göçmenlik milliyetçiliğin, ırkçılığın yükseltilmesinin, halklar arasında düşmanlığın körüklenmesinin aracı haline getiriliyor. Milyonlarca savaş mağduru insanlık dışı koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalışırken, binlercesi göç yollarında can verirken başta Avrupa devletleri olmak üzere iktidarlar mültecilik üzerinden insanlık değerlerini pazarlıyor, ayaklar altına alıyorlar. Ülkemizdeki tek adam rejimi de büyük bir yara olan mültecilik olayını iç ve dış politikada bir pazarlık ve tehdit aracı olarak kullanıyor. Öte yandan ülkemizden de diğer ülkelere siyasal ve ekonomik nedenlerle mülteci akını yaşanıyor. Adeta savaştan kaçarcasına göç yollarına düşenlere karşı sınır bölgelerinde insanlık suçları işleniyor.
Kürt sorununda; ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir sonuç üretmeyen savaş/şiddet odaklı politikalarda ısrarın bedelini egemenler, ittifak bloğu etrafında kümelenmiş kirli çıkar odakları değil emekçiler ve ezilenler olarak ülkenin yüzde 99’u ödüyor. Ekmeğimize, geleceğimize, aşımıza, ormanımıza, suyumuza göz dikenler, halkların bir arada yaşama iradesini de iktidarları için en büyük tehdit olarak görüyorlar. Hasta tutuklu/hükümlüler sağlık raporlarına rağmen tahliye edilmedikleri için ölümle yüz yüze bırakılıyorlar.
EKONOMİK KRİZ, SAVAŞ, ÇATIŞMA VE ŞİDDET ORTAMI
AKP+MHP iktidar bloğu her gün biraz daha derinleşen ekonomik kriz koşullarında iktidarı korumanın yolunu savaş, çatışma ve şiddet ortamını daha da artıran politikalarda arıyor. İçeride ve dışarıda milliyetçi, şoven, ayrımcı, tekçi, cinsiyetçi, mezhepçi siyasetin dozu her gün biraz daha arttırılıyor.
Festival ve konser yasakları, sanatçılara yönelik tutuklamalarla bir yandan yaşam tarzımıza müdahale ediyor, bir yandan tüm topluma gözdağı veriyorlar. Saldırılara iktidara yakın gerici odakların laiklik karşıtı söylem ve tehditleri eşlik ediyor. Siyasallaşan yargı ise iktidarın gündemini hayata geçirmesine aracılık ediyor. Barış söylem ve talebini cezalandırırken muhalif kişi ve kurumlara yönelik ölüm tehditlerine, savaş çığırtkanlıklarına ise gözünü ve kulağını kapatarak prim veriyor.”
“SORUŞTURMALAR, GÖZALTILAR, TUTUKLAMALAR, YASAKLAMALAR….”
Yüksel, 1 Eylül 2016 gecesinde iktidar bloğunun KHK ile 50 bin 875 kamu görevlisini ihraç ettiğini hatırlatarak “Adeta kamu emekçilerine savaş açtılar. Ve o günden bu yana ihraç, açığa alma, adli ve idari soruşturmalar, gözaltı ve tutuklamalar, demokratik hakların kullanımı karşısında yasaklama ve fiili müdahaleler gibi her türlü zor ve baskı aracı aratarak devam etti. Gözaltılar ve tutuklamalar, işten çıkarmalar, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kadına yönelik ayrımcı politikalar ve şiddet, homofobiden beslenen şiddet ve cinayetler, Alevilere yönelik mezhepçi dayatmalar, laiklik karşıtı gerici politikalarda kaygı verici artış, çocuk istismarı, doğamızın talan edilmesi, iş cinayetleri ve daha nice insanlık onuruyla bağdaşmayan politika ve uygulamalar gündelik yaşamın parçası haline geldi.
Gelinen aşamada ülkemizin en temel sorun alanlarının başında emek, barış ve demokrasi karşıtı milliyetçi, şoven, faşizan politika ve uygulamalar gelmektedir. Dolaysıyla ülkemizde, bölgemizde ve dünyada barışa olan ihtiyaç tüm yakıcılığı ile her geçen gün kendini daha fazla hissettiriyor. Barış ve demokrasi talebi ekmek ve su kadar temel ihtiyaç haline gelmiştir. Emekçiler, kadınlar, ezilen halklar için barış; emeğinin karşılığını alabilmektir. Halkların eşit ve özgür birlikteliğinin sağlandığı, başta Kürt sorunu olmak üzere temel sorunların barış ve diyalogla çözüldüğü, demokratik taleplerinin karşılandığı bir toplumsal mutabakattır. Kadına yönelik şiddetin son bulması, bunun için başta İstanbul Sözleşmesi feshinin iptal edilmesi, ILO’nun 190 sayılı sözleşmesinin imzalanması başta olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik politikaların esas alınmasıdır. Çocuğun da hakları var diyebilmektir.
“YÜRÜTÜLEN TÜM MÜCADELENİN EN TEMEL BAŞLIĞI BARIŞTIR”
Doğamızın, suyunuzun, ormanlarımızın rant uğruna talan edilmemesi, sadece bugünü değil geleceği de savunan ekolojik bir yaşamı hakim kılmaktır. Ötekileştirmenin ortadan kalkmasıdır. Mülteciliğe yol açan politikalara son vermek, göçmenleri düşman görmemek, dayanışmayı büyütmektir. 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle; savaşlarda, çatışmalarda yitirilen milyonlarca insanın anısı önünde saygıyla eğiliyor, emekçilerin ve ezilen halkların kendi hakları için yürüttükleri mücadelenin en temel başlığının Barış olduğunun altını bir kez daha çiziyoruz. Bizler-; tüm saldırılara, savaş ve kutuplaştırma, tek tip yaşam tarzı dayatmalarına karşın ısrarla ve örgütlü, kararlı bir mücadele ile dünyada, Ortadoğu coğrafyasında ve ülkemizde, barışı savunmaya devam edeceğiz. Adaletin, eşitliğin, kardeşliğin, paylaşımın, yardımlaşmanın, dayanışmanın, insanca bir yaşamın kalıcı hale getirildiği bir dünya ve ülke kuruncaya kadar barış mücadelesinden bir an olsun vazgeçmeyeceğiz”ifadesini kullandı.